7 Haziran 2011 Salı

David Wark Griffith (1875-1948)

Sinemanın İlk Ustası: David Wark Griffith (1875-1948)

Ünlü yönetmenler arasında, filmciliğe gönülsüzce ve rastlantısal ola­rak karışmış olanlar yok değildir. Ama David Wark Griffith dışında bun­ların hiçbiri geçimini sinemadan sağlamayı "ruhunu satmak" olarak de­ğerlendirmemiş, bir süre için bile olsa adım değiştirmek gereğini duyma­mıştır.

Griffith, ünlü bir yazar olma hayalini gerçekleştiremeyip, isteksizce sinemaya geçti. Ama, hem ün hem de para kazanmaya başlayınca, filmci­liği terk edemedi ve "sinemanın babası" olmayı kabul etmek zorunda kal­dı. Belki de bu nedenle hep yeni yöntemlerin peşinde koştu ve yaptığı işi geliştirme, filmlerine anlatımsal zenginlik kazandırma çabasını sürdürdü. Böylece, döneminin öteki sanatçıları gibi, küçümsediği "hareketli resim" üretme işinde daima "daha iyisini" yapmaya çalıştı.

Griffith sinemanın kendini kabul ettirme sürecini onunla birlikte ya­ladı. Yaptığı filmlerle, sinemanın ve film seyretme olgusunun ciddiye alınmasına, sinemanın kitleyle kurduğu ilişkinin sorgulanmasına yardımcı oldu: hem kendi döneminde hem de sonraki yıllarda, pek çok yönetmene ve sinema düşünürüne, üzerinde tartışılıp irdelenecek birçok teknik ve anlatımsal kalıp bıraktı. Amerikan sinemasının anlatım biçiminin yapı taşlarım yerleştirdi ve bu yolla dünya sinemasını etkiledi.

Griffith aslında, çok kısa ömürlü olacağını düşündüğü sinemanın za­manla aydın çevrelerde de saygı gördüğünü anlayınca, ona farklı bir gözle bakmaya başladı. Yıllar sonra, 1924 de, sinemanın, insanlığın kardeşçe ya­şamasında ve evrensel barışın sağlanmasında en büyük yardımcı oldu­ğunu iddia edecek denli ileri bile gitti.

Griffith, 1875 yılında, ABD'nin güney eyaletlerinden Kentucky' de doğdu. Yaşamının ilk yıllarını buradaki küçük çiftliklerinde, masallar, İn­cirden aktarma öyküler ve Güneylilerin İç Savaş' da gösterdiği kahraman­lıkları anlatan hikâyeler dinleyerek geçirdi. Çiftliğin elden çıkmasıyla kü­çük yaşta çalışmak zorunda kalan Griffith, düzenli bir eğitim alamadı ama gençlik yıllarında edebiyata karşı güçlü bir sevgi beslemeye başladı, özel­likle, Browning ve Tennyson" gibi yazarlara ilgi duyuyor, 19. yüzyıl ro­mantizmini ve şiirsel ideallerini kendine yakın buluyordu.

Yazarlık giri­şimlerinin yanı sıra gezici tiyatrolarda oyunculuğa da başlamıştı. Aynı zamanda çeşitli icatlar peşindeydi: denizden enerji üretmek, patlamayan oto lastiği, yapmak gibi. Bu deneyci, araştırıcı yönü ona sinemadaki günlerinde çok yardımcı olacak; teknisyenler isteklerine "olamaz" diye karşı çık­tılarında, kendisi projeler geliştirerek bunları gerçekleştirdikçe çevresin­deki itibarı büyük ölçüde artacaktı.

Para sıkıntısı Griffith'i, Porter in yönettiği bir filmde rol almak zo­runda bıraktı. Yıl 1908'di ve Griffith bunu bütün arkadaşlarından gizlemişti. Yönetmenlik daha fazla para getirdiğinden yapılan teklifi kabul ederek 1908'de ilk filmini çeken Griffith. Dollic' in Maceraları (The Adventures of Dollie) adlı bu filmin başarısından sonra Biograph şirketiyle ilk sözleşmesini imzaladı.

Griffith, yasam biçimi tarımsal üretime dayalı püritan bir çevrede yetiştiğinden bireye, kendine güvene, sadakate, özveriye, sabra, çalışkan­lığa ve tekniğe çok önem veriyordu. Onun kafasında iyilerle kötüler bir­birinden net biçimde ayrılmıştı. Geleneksel ahlaki normları, mevcut top­lumsal düzeni onaylayan, eleştiriye yöneldiğinde bile olumsuz durumların nedenim yine bu değerlerin sarsılmasında bulan Griffith, film temalarını sağlam ahlak, kendine yetme, aile yaşantısına saygı, geleneksel cinsel rol­lere bağlılık vb üzerine kurdu. Çalışan sınıfın kendi yerini bilmesi ge­rektiğine ve başkaldırının kötü bir şey olduğuna inanıyordu. Buna kar­gılık zenginler de yoksullara yardım etmeliydi. Toplumsal çalkantılardan çok korkan Griffith, tüm sorunların çözümünü iyi niyette, hoşgörü ve kar­deşlikte buluyordu. Bütün bu düşüncelerini filmlerine ilk günden itibaren yansıtmaya başlayan Griffith yepyeni bir araç olan sinemayla eskinin sa­vunmasını yapmayı sonuna dek sürdürecektir.

Griffith, 1909 da yaptığı Issız Villaya (The Lonely Villa) dek, Porter dan gelen alışılmış anlatım kalıplarının dışına çıkmadı. İlk yeniliklerini bu filmiyle sergileyen Griffith, kurmacaların ilk günlerinden beri, seyircinin katılımını ve dikkatini artırmak amacıyla yer verilen kovalama ve kur­tarma sahnelerini gelişkin bir anlatımla kullandı. Zaman ve mekân sınır­larını aşarak "Griffith biçimi son" ya da "son an kurtuluşu" denilen final sahnelerinin de ilkini gerçekleştirmiş oldu.

Griffith'in Biograph' daki ikinci yılı tam bir zafer yılıydı. Pippa Passes (1909) ve Bir Alkoliğin Islah Oluşu (A Drunkards Reformation, 1909) adlı filmlerde çözdüğü ışık problemleriyle ününü sağlamlaştırdı. Ama adı hâlâ Lawrence' di. Aynı yılın sonunda yaklaşık yirmi uzun filme denk olan yüzkırkbir kısa Film yapmıştı. 1910’ dan itibaren kışları California'da geçirmeye başladı. Ekibiyle birlikte gidiyor ve dış çekimlerin ağırlık kazandığı film­ler yapıyordu. 1910'da hem dağıtımcıların ve gösterimcilerin hem de yeni bir olgu olan hayran mektuplarının etkisiyle hırsla çalışmaya girişmişi. Başarılarıyla meslektaşlarını aştığını kanıtlamıştı. Şirketle imzaladığı üçüncü sözleşmeden sonra takma adını bıraktı. Yazarlık hayalini, filmle­rinin arayanlarında gerçekleştirmeye çalışacaktı artık.

1911'de Griffith tek makaralık filmlerin yetersizliğine iyice inanmıştı. Ancak bir tröst şirketi olan Biograph' da çalıştığından eli kolu bağlıydı. İki makaralık Enuch Arden (1911) iki ayrı bolüm olarak dağıtılıp gösterildi. Bir yıl sonra. Avrupa'dan gelen dört-beş makaralık filmler ortalığı kasıp ka­vurmaya başladı. Griffith'in ilk kostüme filmi sayılabilecek olan Soykırım (The Massacre. 1912) bunların gölgesinde kaldı. Sevgi Ana (Mother Love, 1912) adlı filmi de Quo Vadis?'in yarattığı hayranlık seli içinde yitip gi­dince Griffith, biraz da kıskançlıkla yeni projelerin peşine düştü. Dünyaya üstünlüğünü kanıtlayacak bir film yapacaktı. Ekibiyle Los Angeles'ın dı­şına yerleşip çalışmaya başladı. Uzun süren ve çok gizli tutulan bu çalış­manın sonucu, ilk uzun filmi olan Bethulia'h Judith'di. (Judith of Bethulia, 1913)

Film dört makaraydı ve bir saat sürüyordu. Ama yapımcı ve dağıtımcı şirketler ticari olarak başarısızlıkla karşılaşacağına inandıkları filmin da­ğıtımım bir yıl ertelediler ve sonra da yine iki bölüm olarak gösterdiler. Bu durumdan hoşlanmayan ve artan gücüne güvenen Griffith, Biograph'dan ayrılarak 1913'ün sonlarında Mutual adlı bir şirket kurdu. Griffith'in "usta­lık dönemi" olarak adlandırılan sonraki yıllara geçmeden önce yine 1913'de Domuz Çıkmazı Serserileri (The Musketeers of Pig Alley) adlı fil­mine de değinmek gerekiyor. Griffith'in bir gazete haberinden yola çıkarak yaptığı bu film gangster filmleri türünün ilk örneği sayılabilir. Belgeselci havasıyla benzerleri arasında hemen sivrilen filmde, New York'un "öteki" yüzü başarıyla sunulmuştu dar sokaklar, bunları dolduran göçmenler, kirli odalar, pis aralıklar, bodrumlardaki barlar, kumarhanelerin oluşturduğu yeraltı dünyası. Onbeş dakikalık filmde Griffith, sevdiği kırsal alanlardan, soygunların, çete savaşlarının, polisin, uyuşturucunun, burnu kırık eli si­lahlı adamların, dans salonlarının karanlık sokaklarına girmişti. Griffith bu suç ortamını, daha sonra, Hoşgörüsüzlük'ün modern öyküsünden yeniden kullanacaktı.

Griffith'in şirketi 1915'de Ince ve Sennett'in de katılımıyla Triangle adım almıştı. Bu dönemde Griffith, Kaçış (The Escape, 1915) ve Vicdan Azabı (The Avenging Conscience, 1915) adlı filmleriyle "kara film” in ve psikolojik gerilim filmlerinin ilk örneklerini verdi. Ancak Cecil B. de Mille onu iki yılda yaptığı ondokuz filmle geçmiş, “spectacle"leriyle ünlenmişti. Artık Griffith'in de ciddi bir atılım yapması gerekiyordu. Böylece Bir Ulusun Doğuşu'nu (The Birth of a Nation. 1915) gerçekleştirdi. Bir roman uyarlaması olan film, Amerikan sinemasının öykü anlatma tavrını en az sonraki altı yıl boyunca etkilemiştir. Oniki makara olup üç saat süren film, gösterime girdikten kısa bir süre sonra yüzyetmiş çekimi çıkartılarak kısaltıldı Film, sinemasal açıdan olduğu kadar politik ve özellikle siyahlara yönelik tutumu acısından da büyük yankılar uyandırdı. Yüksek giriş ücretine karşın inanılmaz sayıda seyirci çekti ve elli milyon dolar civarında hasılat elde etti. Maliyeti ise yalnızca yüz bin dolardı.

Dramatik yapısı. “sergileme, gerilim, gevşeme, yeni gerilim...” biçiminde olan Bir Ulusun Doğuşu üç bölümden oluşur. Birinci bölümde iç savaş öncesi ve iç savaş; ikinci bolümde Güneyli siyahların Kuzeyli banker ve vurguncular tarafından kışkırtılması; üçüncü bölümde ise, Ku Klux Klan'ın siyahlara karşı başlattığı saldırı anlatılır. Film, roman kadar ırkçılık yap­masa da, siyahların filmin gösterildiği salonlara saldırmasını haklı çıkaracak denli yanlıdır. Özellikle arayazılar slogan olacak nitelikte ve kış­kırtıcıdır Griffıth. Güney'in varoluşunda siyah işçilerin ne denli güçlü hır destek olduğunun farkındaydı ama "deşifreye" ve "ayaklanmaya” yönelik korkusu herşeyden ağır basıyordu. Üstelik siyahlar. Griffıth e göre

Çocuk gibiydiler. Onlara şefkat gösterilmeli ama kendi başlarına bırakılmamalıydılar. Çünkü tahriklere kapılabilir, yanlış \e re sapabilirlerdi Nitekim filmdeki siyahların çoğu "iyi” dir.

Griffith, filmine karşı düzenlenen gösterilerden ve bazı parçaların sansür edilmesinden çok etkilenerek, ifade özgürlüğünün kısıtlandığı gerekçesiyle bir broşür bastırdı ve ülke çapından seri konferanslar düzenledi. Eisenstein’ in, "Ku Klux Klan için selüloidden bir anıt" dediği filmin, bu örgütün popülerliğim arttırdığı inkâr edilemez.

Griffith belki de kendisine hoşgörüsüz davranıldığına inancısından sonraki filminin adım Hoşgörüsüzlük koydu. Altı hafta provası yapılıp do­kuz haftada çekilen ve kurgusu üç ayda tamamlanan bu film, sinema tarihinin en önemli yapıtlarından biri kabul edilir. Ancak, 1916 yılında, ABD'nin savaşa girmesinin arifesinde gösterilmesinden ve savaşla hoşgörüsüzlüğün yüzyıllardır insanlığa ne acılar getirdiğini anlatan pasifist yaklaşımından ötürü ticari açıdan başarısızlığa uğramıştır.

Hoşgörüsüzlük dört öyküden oluşur, bunların hepsi farklı zamanların olaylarım anlatır: İsa'nın çarmıha gerilişi, St. Barthelmy katliamı. Perslerin Babili ele geçirişi ve son olarak da kurmaca bir 20. yüzyıl öyküsü. Önce uzunca sayılabilecek sahnelerle birbirini izleyen öyküler, her birinin için­deki gerilime doğru, hızlanan bir tempoyla bir çekimden ötekine, zaman­dan zamana geçecek biçimde kurgulanmıştır. Yer yer bölümler, zamanın, sonsuzluğun, yeniden doğuşun simgesi olan "beşik sallayan kadın" kılavuz kavramıyla (leitmotive) birleştirilmiştir. Filmin tarihi öyküleri "mut­suz son"la noktalanırken, işlemediği suçtan asılmak üzere olan genç ada­mın son anda kurtulmasıyla biten modern öykü tarafından dengelenirler. Griffith filmde pek çok arayazı kullanmış, İncil den yaptığı alıntılar ve kendi ağdalı cümleleriyle temasını açıklamaya çalışmıştır. Hoşgörüsüzlük, öykülerin melodram yapısından kurtulamaması, filmin ortak bir gerilim çizgisinden yoksun olması, temasının genişliği gibi nedenlere dayanılarak epey de eleştiri almıştır.

Griffith bu filmini gerçekleştirebilmek için Wall Street'den borç al­mak zorunda kalmıştı. Çünkü film, bütçesiyle bir rekor kırmıştı. Bir Ulu­sun Doguşu' nun ticari başarısına güvenen bankerler memnuniyetle para verdiler ama sonuç umdukları gibi çıkmadı. Griffith bu filmin ticari ba­şarısızlığının yarattığı etkiden hiçbir zaman tümüyle kurtulamadı. Ama, birbuçuk kilometrekarelik bir alan üzerine kurulan ve 1.9 milyon dolara mal olan Babil kenti, surları, sütunları ve saraylarıyla bir daha gerçekleş­tirilemeyecek denli muhteşem olmuş, filmde dört bin figüran kullanılmıştı.

Griffith savaş sırasında İngiliz hükümetinin davetlisi olarak Avrupa ya gitti. 1918'de gösterime giren Dünya Canları (Hearts of World) onun savaş alanlarında çektiği belgesellerle, Amerika'da çektiği kurmaca rah­nelerin başarıyla birleştirilmesinden oluşan kurmaca bir Öykü anlatır.

Griffith'in son döneminde ününü perçinleyen iki filmi daha vardır: Örselenmiş Tomurcuklar (Broken Blossoms, 1919) ve Doğuya İnen Yol (Way Down East, 1920). İlkinde Londra'nın sisli ve kasvetli havasını stüd­yoda yaratarak iyi bir Çinli bakkalın öyküsünü anlatır. Doğuya İnen Yol'da ise, tipik bir melodram kalıbı içinde kötü erkek tarafından aldatılan kadın konusu işlenir. Aslı, Thomas Hardy'nin" d'Urbelvillerden Tess adlı romanı olan bu filmin final sahnesi sinema tarihinin en heyecanlı sahnelerinden biridir. Son an kurtuluşunun yetkinliği, doğal ortamın gerçekçiliği, bu gözü yaşlı melodramı katlanılır kılmıştır. Doğuya İnen Yol, ticari basan açısından Bir Ulumun Doğuşundan sonra ikinci sırada yer aldı. Bunda, abartılı melodramatik malzemeyle işlenen "sabır" ve "kendini feda etme" üzerine kurulu temanın, kadın seyirciye çekici gelmesini payı büyüktü. Ayrıca, kentli kötü adamla, yozlaşmamış kırsal kökenli kişiler arasındaki gerilim nedeniyle film, henüz kırsal değerlerini yitirmemiş yeni kentli seyirci tarafından çık beğenilmişti.

Griffith daha sonar Fırtınanın Öksüzleri (The Orphans of Storm, 1922), Yaşam Ne Harikulade Değil Mi? (Isn’t Life Wonderful?, 1924) ve America (1924) adlı filmlerini yaptı. Bunlardan birincisi, Fransız devrimine ilişkin bir dönem filmidir ve Griffith in ayaklanma korkusunun izlerini taşır. Tanıtma broşüründe ise filmin önemli bir anti-bolşevik propoganda taşıdığı yazılmıştır. İkinci film savaş sonrası Almanyasını anlatır, dönemin Alman filmlerinde daha ileri ölçüde gerçekçi, ilginç bir yapıttır.

Griffith, gelişmelere direnemeyerek 1930 ve1931’ de iki sesli film yaptı ve yirmiüç yıllık sinema yaşamı böylece noktalanmış oldu. Şirketin mali işlerini yürütemeyip yeniden başka firmalar için çalışmak zorunda kaldığından bağımsızlığını yitirmiş olan Griffith, üretken bir dönemde olmasına karşın endüstrinin dışına itilivermişti. Temalarını, işleyiş biçimini yenileyememiş, zamana ayak uyduramamıştı. 1948 yılındaki ölümüne dek günleri bir otel odasında, maddi sıkıntı çekmeden ama sinemayı uzaktan izleyip yıldız oyunculara telefon ederek geçirdi.

Griffith popüler filmler yaptı. Filmin, yönetmen ve seyirci arasındaki ortak bir çabaya dayandığı, yönetmenin bir parçacık insani duygu gösterdiğinde seyircinin bunu tamamladığını, iyi filmin yönetmenle seyirci arasında en büyük işbirliğini gerçekletiren film olduğunu söyleyerek ilk andan itibaren seyircinin duygularını yönlendirmeye ne denli önem verdiğini ortaya koymuş oluyordu. Griffith in amacı, seyircinin perdedeki eylemlerin içine çekilmesi, kahramanlarla özdeşleşerek ağlayıp gülmesiydi. Böylece Griffith in doğru bulduğu değerleri seyirci de paylaşacaktı.

Griffith bir çekinim içeriğinin, konuyla kamera arasındaki ilişkiyi belirleyeceğini anlamıştır. İlk yıllarda genellikle, toplu çekim ölçekleri kulla­nılma sahnede yer alan bütün figürler ve seyircinin, onların nerede durduklarını anlayabileceği bir mekan parçası da çerçeve içine girmiş olu­yordu. Bu standart çekim ölçeği tröst ün getirdiği kurallardan biriydi. Griffith, sahnenin duygusal havasına, dramatik gerilimine bağlı olarak, onu yaratıp denetlemek amacıyla çekim ölçeklerinin özgürce kullanabile­ndim kanıtladı. "Çeşitli ölçekler arasında kesmeler yapılabilir ve sahne böyle kurulabilirdi. Artık tiyatro geleneğinin etkisiyle düzenlenen sahne­ler, yerlerini çeşitli çekimlerden oluşan filmsel birimlere bırakıyordu. Sah­nenin duygusal içeriği farklılaştıkça en uygun zamanlamayla çekimler arasında kesme yapılıyordu. Karakterin bir tavrı, yüz ifadesi önem kazan­dığında, kamera bu reaksiyonu yakalamak üzere ona yaklaşıyor, böylece küçük bir ayrıntı çok daha güçlü duygusal etki yaratabiliyordu Yapım­cıların "halk bir oyuncunun yarısına asla para vermez" iddiası, onun filmlerinin seyirciden gördüğü ilgiyle çürütülmüş oldu.

Griffith' in ayrıntı çekimleri; anahtar deliğinden bakan göz, kanlar içinde bir ağız, bir çift el, kirpiklerdeki buz tanecikleri vb., filmlerinin dramatik yapısına katkıda bulunan önemli öğelerdir. Bunlar bir yandan seyircinin dikkatini yönlendirerek gerilimin hazırlanmasına yardımcı olur­ken öte yandan da anlatımda tasarrufu sağlar ve sahnenin ritmini yönet­menin istediği biçimde düzenler. Toplu çekimler ise, ön-arka ilişkilerinin sergilenmesine olanak verir. Griffith, toplu çekimlerdeki grafik düzenle­melerle Eisenstein’ a, Ford'a, Kurosava' ya öncülük etmiştir. Bir Ulusun Doğuşu' nda, Klan'ın akınını sunan görüntüler, atlıların kilometrelerce uza­yan çizgisel eylemiyle gerilimi doruğa ulaştırmaktadır. Bu uzayan hare­ket, çerçevenin sınırlarının aşılmasına da katkıda bulunur.

Griffith, kamera hareketlerini, bilinçli biçimde, eylemin ve sahnenin duygusal etkisini arttırmak ve kurguyla desteklenerek hızlanan temponun seyircide yarattığı heyecanı pekiştirmek amacıyla kullanan ilk yönetmendir. Kamera hareketleri, seyircinin görüş alanındaki değişmenin, kendi hareketinden kaynaklandığı yanılsamasına girmesiyle eylemin içi­ne ekilmesini sağlar. Griffith, 1911’ de yaptığı Lonedale Telgrafçısı' nın ('The Lonedale Operatör) sonunda kamerayı trene yerleştirerek, çerçeve içi hareketi kameranın hareketiyle bütünleştirmişti. Bir de çevrinme kullanarak tüm hareketlerin toptan etkisini dramatik gerilim için seferber et­miş oldu. Hoşgörüsüzlük' ün Babil eğlencelerini ve finalini gösteren sahneler bilinen tüm kamera hareketlerinin uyum içinde kullanılmasının yet­kin bir örneğidir. Vinç üzerinden balonlardan yapılan çekimlerde Griffith, bir yandan çarpıcı dikey kaydırmalar yaparken, öte yandan da ileri kay­dırmalarla bir tür zoom etkisi yaratabilmiştir.

Griffith'i Griffith yapan ve ona sinema tarihindeki önemli yerini kazandıran en önemli şey film kurgusuna getirdikleridir. Onun için nasıl kamera mekânın hizmetinde değilse, filmin kurgulanmış son hali de mekân ya da zamanın hizmetinde değildir. Griffith birbirinden farklı zaman ve mekânların seyircinin zihninde bütünleneceğini anlamıştı. Porter' ın örnekleri de bunu kanıtlamıştı. O zaman, bir eylemin başlangıç ve bitiş ha­reketleri ardı ardına eklendiğinde seyirci arayı dolduracak ve eylemi bir bütün olarak algılayacaktı. Anlam, aradaki zamansal ve mekânsal boyut­ların atılmasından etkilenip bozulmayacaktı. Sinemanın en çarpıcı nite­liği olan, zaman ve mekân sınırlarını aşabilme olanağı sonuna dek değer­lendirilebilirdi. Sinemanın ilk yıllarında bir çekimin süresini, uzunluğu­nu belirleyen, eylemin gerçek yaşamdaki süresiyken şimdi eylemin süre­sini belirleyen, amaçlanan dramatik etki nedeniyle yapılan kurgu oluyor­du. Böylece, gerçek zamandan uzun ya da kısa filmsel zaman elde edili­yordu.

Griffith'in filmsel anlatımın temel öğesi olan kurgu işlemine yönelik herhangi bir kuramsal yaklaşımı yoktu. Ama onun filmlerini inceleyip ir­deleyen Sovyet yönetmenlere bu konuda kuram geliştirme olanağı verdi­ğini söylemek yanlış olmaz.

Griffith, kurgu yöntemine, temayı esas alarak yaptığı kesmeler aracılığıyla çarpıcı bir yenilik daha getirmişti. Hoşgörüsüzlük' de sergilediği bu temaya dayalı kesme tekniğini geliştiren ve "montaj" olarak adlandı­rarak sinema sanatının temeli kabul edilen Sovyet yönetmenler kuşkusuz Griffith'e borçludurlar. Montaj bu anlamıyla, zaman ve mekândaki devam­lılığı tümüyle bir yana bırakarak, fikirlerin birlikteliğini ya da zıtlığım vurgulayan bir kurgu tekniğidir. Kurgu, mantığa ya da psikolojik, duy­gusal nedenlere değil iletilmek istenen temaya dayanmaktadır. Bir Ulusun Doğuşu’ ndaki “Lincoln a Suikast” bölümü, Griffith'in hızlı kurgusunun en iyi bir örneklerinden birini oluş­turmaktadır.

Griffith'in filmlerinin dramatik yapısı klasiktir. 19. yüzyıl edebiyatına tutkusu onun öykü anlatımını etkilemişti. Bunun yanı sıra, dönemin po­püler türü olan melodram ve özellikle de David Belasco'nunkiler Grif­fith'in ve pek çok Amerikalı yönetmenin filmlerine temel oluşturmuştu.

Griffith de, popüler romanların ve melodramların karakterlerini sinemaya aktardı. Filmlerinde aranılan inceliğin bulunmayışını, pek de yüksek bir sanat biçimi sayılmayan melodramın kalıpları içinde kalmış olmasına bağ­lamak olasıdır. Griffith'in filmsel anlatımı açısından tiyatroya karşı ka­zandığı zafer aslında "kovalamaca" da yatıyor. Griffith melodramlarındaki temel nokta olan bu kovalamaca, sahnenin sınırlarını aşabilmiş, tüm dra­matik anlatımın çıkış noktası olan kahraman ve düşmanı arasındaki ça­tışma da eylemsel olarak geniş bir mekâna ve zamana yayılabilmiştir.

Griffith'in filmlerinde öykü genellikle masum genç kızlarla onları mahvetmeye çalışan kaba, kötü erkekler arasında gelişen olayları anlatır. Bir başka deyişle, masum ve iyi olanla, kötü olan arasındaki gerilimi ele alır. Bu karşıtlık çerçevesinde Griffith, sıradan insanlardan oluşan seyir­cisine, kendileri gibi sıradan insanların öyküsünü anlatır. Yoksul erkek kahraman ya da öksüz genç kız iyi ve fedakardır, sabırlıdır. Kaba, ahlâksız, "kötü"nün temsilcisi olan erkek ise saldırgan ve acımasızdır. Ancak er­dem, sabır ve sadakat ödülsüz kalmaz; sonunda iyiler kazanır.

Griffith'in, 19. yüzyıl İngiliz şiirinden sıyrılıp gelmiş, soluk benizli, ince, hassas ve güzel yaratıklar olan kadın kahramanları, kötü tarafından kovalanmadıklarında, vakitlerini kırlarda neşeyle gülüp oynayarak, evle­rinde iş görerek geçirirler. Hemen hepsi genç ve sarışın, bebek yüzlüdür. Felaketle yüzyüze geldiklerinde güçlü, ama esas olarak erkeğin ve onun bencilliğinin sınırlarına bağımlı olan bu kadınların acı çekmekten başka seçenekleri yoktur. Griffith'in melodramlarında, aldatılan ve sık sık bayı­lan kadın imgesi günümüzde bile karşımıza çıkmaktadır.

Kalabalık bir ekiple çalışmasına karşın, tüm kararları alan ve filmin gerçekleştirilme sürecindeki tüm evrelerde denetimini sürdüren ilk yönet­men Griffith' dir. Dolayısıyla her konuda kendine özgü bir tavrı olmuş, yeni denemelere gidebilmiştir. Ancak bu bağımsızlığı, meslekteki son yıl­larında gelişen fabrikasyon imalat süreçleri nedeniyle büyük bir darbe ye­miştir. Griffith çoğu filmini edebiyat yapıtlarına dayandırdığından senaryosuz çalışıyordu. Cebindeki küçük kâğıt parçalarındaki notlar ve uzun provalarla çekimleri tamamlıyor, kurguyu da önceden yine kafasında planladığı biçimde, geliştirdiği kalıba uygun olarak yapıyordu. Uzun süre "za­man kaybı" olarak nitelenen prova yöntemi aslında ona zaman kazandırı­yordu. Böylece oyuncularından çekim sırasında istediği oyunu alabiliyor­du. Üstelik seçtiği oyuncuları çalıştığı şirketlere sözleşmeyle bağlayarak bir ekip oluşturmuş, istediği zaman istediği tipi bulabilme şansını kazan­mıştı. Filmlerinin gördüğü ilgi, oyuncularının yıldız olmasını da sağladı. Şirketler ünlü oyuncuları kendilerine bağlayarak filmlerinin ticari şansını arttırma yoluna gittiler.

Griffith oyuncularından abartısız, tiyatrovari olmayan yeni bir oyun­culuk geliştirmelerini istiyordu. Tiyatro sahnesinde, en arkadaki seyirciye ulaşabilmek, karakterin duygusal tepkilerini iletebilmek için gerekli olan ve alışılmış toplu çekimlerde bir ölçüde işlevsel olan oyun stili, Griffith' in yakın çekim tekniğiyle bağdaşmıyordu. Bol makyajlı, abartılı hareketler yapan oyuncunun yakın çekimleri son derece rahatsız edici oluyor üstelik kameraya yakınlık hareketi de bozuyordu. Hâlbuki sinema oyunculuğu rahatlık, doğallık ve inandırıcılık gerektiriyordu ancak bu yolla, seyirci karakterlerle bütünleşebilir ve onun yaşadıklarına katılabilirdi.

Griffith duygusal etki peşinde koştuğundan, aydınlatmanın önemini de kısa sürede kavramıştı. Filme "ışık oyunu" diyor ve zıtlaşan, bütünleşen ışık yoğunluklarım, öteki görsel öğelerle birarada yaratıcı biçimde kulla­nıyordu. Anahtar ışık, alt açılı aydınlatma ve arka aydınlatması onunla devreye girdi. Geliştirdiği ışık efektleri ve özellikle alçak aydınlatma tek­niği “Rembrand aydınlatması" adını aldı. Bunların yanı sıra Griffith özellikle Bir Ulusun Doğuşu'ndaki başarılı gece görüntüleriyle de dikkat çeker. Bunlar sinema tarihinin ilk gece çekimleridir ama top güllelerinin karanlıkta gökyüzüne doğru patlayışı, bir balo sırasında sokakta yakılmış şenlik ateşi, içinde bulundukları sahnelerin gerçekliğini ve duygusal et­kisini arttırmıştır.

Griffith filmlerinin etkisini yoğunlaştırmak amacıyla çekim sırasında objektifin önüne değişik maskeler yerleştirerek, standart perde ölçeğini de değiştiriyordu. Özellikle hareketin yönüne paralel olan bu maskeleme tek­niği bugün kullanılmayan ve izlendiğinde insanı tedirgin eden bir işlem­dir. Ancak, kararma ve açılma, yumuşak odaklama, çeşitli filtrelerler buğulu görüntü elde etme, filmleri renklendirme ve donuk kare, bugün de kullanılan ama Griffith tarafından ilk kez bilinçli olarak değerlendirilmiş tekniklerdir. Donuk kareyi Griffith, Buğday Spekülasyonu (A Corner in Wheat, 1909) adlı filminde kullandı. Burada, tahıl fiyatlarının yükselişi karşısında, ekmek kuyruğunda bekleşen yoksulların çaresizliğini göster­mek için onları aniden "dondurarak" seyirciyi şaşırtmıştı. Hareketli görüntünün oniki saniyeden fazla bir süre durağan hale gelişi, çerçevedeki insanları cansızlaştırmış ve daha sonra olayın belirleyicisi kapitalistlerin şölenine yapılan kesmeyle bir neden sonuç ilişkisi vurgulanmıştı. Bu işlem, zekice bir film hilesi sergilemek ya da yalnızca seyircide şaşkınlık uyan­dırmak amacıyla değil, dramatik ve toplumsal işlevleri olan bir tür yorum yapmak amacıyla kullanılmıştı.

Filmlerinin ağdalı, gözü yaşlı, uzun arayazılarını yazar olma hayalinin uzantısı olarak kullanan Griffith, çok uzun süre "ses"e karşı çıktı. Ona göre filmlere eşlik edebilecek yegâne ses müzikti. Senkronize edilmiş (eş­lenmiş) diyaloglar sinemanın yarattığı sessiz dünyanın güzelliği bozabi­lirdi. Griffith'in bu yaklaşımı, alışkanlıklarından kurtulamamasının, hep olanı sürdürme azminin bir uzantısı olarak değerlendirilmelidir. Aksi hal­de, melodramlarının inandırıcılığını arttırması bakımından ağdalı diyalog­lara başvurması gerekirdi. Yine de ses karşısında yenik düzerek iki sesli film yaptı. Bunlardan Mücadele (The Struggle, 1931), benzerlerinin çok ötesine geçen bir ses kullanımı ve başarılı bir ses kurgulaması sergiler.

Griffith, sinemanın neyi nasıl anlatacağını, en azından ABD'de belir­leyen en önemli isimdir. Sinemanın, var olan kurumları ve değerlen ko­rumaya, sarsıntılardan en az zararla çıkmaya yardımcı bir araç olarak kullanılmasını sağlayan kaçış filmleriyle, yalnızca duygusal katılımları ar­zulanan seyirci eğlendirilecek, heyecanlandırılacak ya da kısaca rahatla­tılacaktı. Onun katkılarının desteğiyle sinema ABD'de, sistemin ana çar­kına yeni bir dişli olarak eklendi ve toplumsal değişikliklerin köktenci bir boyuta ulaşmaksızın aşılması amacına hizmet edecek biçimde kullanıldı. Amerikan sinemasının bugün çok daha başarılı olarak gerçekleştirdiği, yo­ğun toplumsal eleştiri yoluyla düzenin yeniden üretilmesi çabalarının ilk örneklerini Griffith'in filmlerinde bulabiliriz.

Kaynak:

Nilgün Abisel (Sessiz Sinema)

3 yorum:

  1. ya mükemmel bir site blog nedenirse artık pek bilmiyorum ama eline emeğine yüreğine sağlık sitedeki bütün bilgiler için teşekkürler son bir de thomas ince hakkında bilgi koya bilirmisin ya da makale :D

    YanıtlaSil
  2. Elinize kolunuza emeğinize sağlık .Harika bir kaynak olmuş , teşekkür ederiz.

    YanıtlaSil
  3. çok başarılı,teşekkürler...

    YanıtlaSil