7 Haziran 2011 Salı

Dışavurumcu Alman Sineması (EXPRESSIONISMUS)

Dışavurumculuk teriminin ilk kullanımı konusunda farklı yaklaşımlar görülür. Pek çok Kaynak bu terimin Almanya’ya Abstraction and Emphaty (Soyutlama ve Etki)’nin yazarı Wilhelm Worringer’ın 1911’de kullanımıyla girdiğini ileri sürer.

Ekspresyonizm kelimesinin anlamı ‘sanatçıya ait zihinsel nitelikteki gerçekliklerin bir sanat yapıtında somutlaştırılması anlamına gelmektedir.

Ekspresyonist sanatçılar insanların çektiği acıyı, sefaleti, vahşeti ve tutkuları anlatmayı hedefledikleri için ilk önce resimde öne çıkan ve gelişen bu akımın savaştan sonra Almanya’da devam etmesinin ilk sebebi olarak halkın içinde bulunduğu savaş sonrası psikolojisinin etkisi ve bu psikolojik çöküntüye paralel olarak, sosyolojik bir yıkımın eşiğinde olan Alman halkının bastırılan duygularının dışavurumu olarak kabul edilebilir.

1913 yılında Paul Wegener, Danimarka Sinemasının estetik ölçütlerinden ve Reinhardt’ ın Tiyatro yapıtlarında esinlenerek Prag’ lı Öğrenci (Der Student von Prag)adlı filmi tasarlar. Filmin Yönetmenliğini Stellan Rye yapmıştır. Filmde, aynadaki yansısını(ruhunu) şeytana satıp karşılığında sevdiği kadına ulaşarak yükselmeyi arzulayan bir öğrencinin hikayesi anlatılır. Filmin Goethe’nin Faust’ undan etkilendiği kabul edilebilir.

1914 yılında ise bir efsaneden yola çıkılarak Golem adlı bir çekilir. Filmde harabe bir

Sinagogun yıkıntısında bir antikacı tarafından bulunan yazmalarla canlandırılan Golem daha sonra kontrolden çıkarak önüne gelen her şeyi yakıp yıkar. Film dışavurumcu Alman sinemasının en tipik özelliklerini taşır.

Dışavurumcu Alman Sinemasının ortaya çıkmasındaki nedenler üç baslık altında incelenebilir: Bunlardan ilki 1917’de kurulan UFA (Universal Film Aktiengesselschaft) nın etkisidir. Devlet güdümlü bu kuruluş yine devlet tarafından yönlendirilen bir propaganda ajansıydı. UFA,Birinci Dünya Savası sonrasında hızla genişlemiş ve Avrupa’nın en başarılı film ihraç eden şirketi olmuştur. Dışavurumcu Alman Sineması UFA’ dan oldukça iyi bir biçimde yararlanmayı bilmiştir. İkinci öğe ise Almanya’da savaştan sonra görülen entelektüel heyecanın etkisidir. Almanların “Aufbruch” diye tanımladığı ruh hali içinde olmaları ki, o günlerde kullanılan anlam yüklü bir terim,dünün paramparça dünyasından sıyrılıp,devrimci kavramlar üzerine kurulu yarınlara yönelmek anlamını içeriyordu.Üçünü öğe ise birinci Dünya Savasından önce yapılan ancak savas sonrası konuları öngören üçü,fantastik dünyaya ayna tutan,hayali yaratıklarla dolu olan Der Student von Prag (Prag’lı Öğrenci), Golem ve Homonculus ile psikolojik huzursuzluğu sergileyen Der Andere (The Other) adlı filmlerdir.

Bu akımın tam anlamıyla olgunlaşması ise 1919 yılında olur. Carl Mayer ve Hans Jonowitz’in senaryosunu yazdığı Robert Wiene’nin yönettiği Dr.Caligari’nin Muayenehanesi (Das Kabinett Dr.Caligari) Alman Sinemasının ilk sanatsal örneğini oluşturur.

Filmde; bir aklı hastanesinin yönetici olan Dr.Caligari’nin, Cesare adlı bir genci hipnotize etmesi ve onu gündüzleri fuarda sergileyerek geceleri de cinayetler islemesi için zorlaması konu edilir. Filmin sonunda anlatılanların hastalıklı bir beynin kurduğu hayaller olduğu anlaşılır.

Dr.Caligari’nin Muayenehanesi filminin Alman Dışavurumcu sinemasına yaptığı en büyük katkı o güne dek sıkça kullanılmayan noktalama işaretlerinin filmde ruhsal durumları anlatmak için yoğun olarak kullanılmasıdır. Film daha sonraki sessiz filmlere öncülük edecek yenilikler içermektedir. S.Kraucauer filmi otoritenin methiyesi olarak yorumlamış ve burada Alman Nasyonal sosyalizminin ilk işaretlerini gördüğünü ileri sürmüştür. Kraucauer’e göre Dr.Caligari’nin Muayenehanesi yaklaşan Hitler dönemini bir habercisidir.

Filmde klasik Hollywood sahnelerindeki görsel devamlılık içindeki karakterlerin hareketlerinden farklı olarak,hareket içindeki bir tablo izlenimi görülmektedir (Gomery,1993). Caligari filmi ile birlikte dışavurumcu sinemada stil arayışı sona ermiş bunun yerine dışavurumcu filmlerde otoriteryan kurumlara başkaldırı taşıyan alt metinleri konu edinen filmlere doğru bir gidiş gözlenmiştir.

Bir çok sinema kuramcısı tarafından filmin Hitler tehlikesine karsı önceden bir başkaldırı olduğu yönünde bir sözbirliği içinde gibi görünmeleri dönemin politik yapısının etkilerinin, eleştirel tutumların dönemsel gelişmelerin üzerinde ki yarattığı etkiye verilecek en güzel örneklerden biridir.

Fransız eleştirmenler bu filmden yola çıkarak psikolojik konuları isleyen, bu gibi olguları ele alan filmleri anlatmak için ve dışavurumcu biçimi tanımlamak amacıyla ‘Caligarism’ terimini kullanmaya başlamışlardır.

Aslında bir tür olarak Ekspresyonizmin sinemaya etkisi yok denecek kadar azdır, bu açıdan bakılırsa tüm sinema tarihinde 10’dan fazla Ekspresyonist film bulunmaz. Ancak Ekspresyonizm, Almanların dünya görüsüyle birlikte düşünüldüğünde bir anlam kazanmaktadır. Su açıktır ki,burada konu edilen belli edebi ve resimsel ilkelerin,bir kamera vasıtasıyla kaydedilmesi değil, sinema tekniğinin kendine özgü olanaklarına bağlı olarak gelişen Ekspresyonizmdir.Oysa olağanüstü bir estetiğin başeseri Caligari, sinema Ekspresyonizmine değil, filme uygulanmış resimsel Ekspresyonizme dayalıdır.

Ekspresyonizm aslında genel anlamda tüm sanat tarihine damgasını vurmuş bir anlayıştır. Akımın özünde her anlamda büyük bir değişim isteği vardır. Ekspresyonizmi, Alman Dışavurumcu sanatçılar resimsel bir uyarlama olarak tamamen resim sanatından birebir sinemaya aktarmış, Caligarism adı verilen bu sinemasal teknikle çekilen filmlerde sadece gerçek çarpıtılarak, yalnızca çılgın, deli insanların öykülerinin anlatılmasına yönelinmiştir. Yoğun biçimde gerçeküstü öğelerin kullanıldığı filmler canavarca, hayvani duygular ekseninde öykü anlatmaya yöneldikçe, Dışavurumcu sanatçılar ile halk arasındaki bağı kopmustur.

Paul Rotha Dışavurumcu Alman Sinemasının, sinemaya yaptığı katkıyı su şekilde saptamaktadır: Sinema tarihinde ilk olarak yönetmen kamera aracılığıyla çalışmıştır ve ekran üzerindeki gerçeklik kırılmıştır. Bu film, gerçekçi olmak yerine, hem düşsel hem de yaratıcı olarak olası bir gerçekliğe de sahip olabilirdi,bir film fotografik olmadığı zamanda etkin bir şekilde dramatik olabilirdi; Film, ekran üzerindeki gerçekliği kırmıştır; bir gerçeklik yerine,olası bir gerçekliğin yapımı ortaya konmuştur; ve o izleyicinin zihinsel psikolojisine aktarılmıştır.

Ekspresyonizmin etkisi 1920’lerin ortalarına doğru kaybolduysa da, natüralist etkiler taşıyan adını Reinhardt’ ın tiyatro geleneğinden alan ‘Kammerspiel’ türüne giren filmlerdeki görsel düzenlemelerde kendini hissettirmeye devam etti. Az sayıda karakterlerin yer aldığı bu filmlerde, yalın dekorlar, kullanılıyor ve daha çok karakterlerin iç dünyalarının irdelendiği basit öyküler anlatılıyordu. Kammerspiel filmleri, eylem, zaman ve mekân birlikteliğini ısrarla uyuyor, kurguda çarpıcılığa yer yer vermiyorlardı. Bu filmlerin hepsinde Ekspresyonist sinema etkisi altında kaderci hava egemendi, kapalılık duygusu ve karamsarlık basarıyla yansıtılmıştı. Bu türe giren filmlerin en tipik özelliklerinden biri de ara yazı kullanmama, duygu ve düşünceleri davranışla açıklama çabasıydı. Karakterler isimlendirilmeden, ”anne”, ”oğul”, kadın” gibi sözcülerle tanımlanıyor ve bir anlamda evrensel nitelikler kazanıyorlardı.

Kraucauer’ ın yaptığı araştırmalar göstermektedir ki alt-orta sınıfın burjuva güvenliği açısından artık umutları kalmamış olmasına karsın, durumlarına uygun tüm doktrinleri küçümseyerek, hala temellerinden bir şey kaybetmediklerini ortaya koymaktadır. Bu psikolojik inatçılığın sonucu bir felaket olmuştur. Dışavurumcu Alman Sineması psikolojik yıkımın etkisiyle ne yapacaklarını bilmeyen, kaotik bir sosyolojik durumdaki halkın dısavurduğu duygularının perdeye yansımadır. Alman dışavurumcu sineması, dünyaya yabancılasan insanı, çirkinlileri, kötülükleri, psikolojik yıkımları, otoritenin baskının ve baskı araçlarını alt metin olarak kullanarak, yeni bir sinema dili oluşturmuştur. Dönemim trajik durumunun etkisiyle dışavurumcu filmleri 1900’lerdeki toplumun dısavurduğu egosu olarak görülebilir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder