14 Haziran 2011 Salı

İlk Türk Sinemacısı: Fuat Uzkınay

İlk Türk Sinemacısı: Fuat Uzkınay


1966 Kasımında, «Türk Sinematek Demeğinin, ilk yerli filmin çevrilişi­nin elliikinci ve ilk öykülü filmin çevrilirinin ellinci yıldönümleri dolayı­sıyla İstanbul ve Ankara'da üyelerine sunduğu bazı filmler, uzun bir unu­tuluş döneminden sonra, İlk sinemacımız Fuat Uzkınay'ın üzerine dikkat­lerin yeniden çevrilmesini sağlamıştı. Gerçekten de, sinemamızın doğuş yıllarında büyük emeği geçen Uzkınay, o tarihten on yıl öncesine kadar hayatta olduğu halde1, bir yandan sinemamızın tarihine karşı gösterilen ilgisizlik, bir yandan genellikle sinema konularına karşı duyulan kayıt­sızlık, nihayet bir yandan da kendisinin bütün Ömrü boyunca gösterdiği büyük alçakgönüllülükten dolayı, yakın zamanlara kadar hep gölgede kal­mıştı. Uzkınay'ın sinemamızdaki yeri önce Sayın Rakım Çalapala'nın si­nemamızla ilgili kitapçığında, sonra Sayın Nurullah Tilgen'in iki dergi­de yayımlanan yazı dizisinde ancak birkaç satırla belirtilmişti. Sayın tiglen bu yazı dizisini hazırlarken o vakit hayatta bulunan Uzkınay'la gö­rüşmüş olmasına rağmen konuya Sayın Çalapala' nınkinden pek fazla ışık getirmiyordu. Bu bakımdan, Uzkınay üzerine en geniş bilgi," birçok eksiğe rağmen yine de bizim Türk Sineması Tarihi'ndeki çeşitli bölümlerde ve­rilmişti. Türk Sineması Tarihi'nln hazırlanışı sırasında Uzkınay'ın film­lerinin İzi bulunmuş olmakla birlikte, bunlar yararlanılabilecek durumda değildi; K. K. Foto-Fillm Merkezl'nde kurgusu yapılmamış negatif kop­yalar olarak bulunuyorlardı. Bundan dolayı bu filmlerle ilgili yargılar da, zamanında yayımlanmış filim eleştirmelerine dayanmaktaydı. 1966 yılın­daki anma programını düzenlerken bu filmlerin pozitif kopyalarının çı­karılması, daha önemlisi, günlük ç-'klm kılığında bulunan parçaların kur­gulanması İşi, Uzkınay'ın filmlerini daha yakından incelemek olanağını sağlamıştı. Böylelikle, şimdilik yine «geçici bir. toplam» niteliği taşımakla birlikte, İlk sinemacımız üzerine bîr kez daha eğilmek zamanı gelmiştir.


Okulda sinema

ALİ Fuat Uzkınay 1838 yılında (Rumi 1304, hicri 1306) Üsküdar'da (İstan­bul) doğdu, ilk ve orta öğrenimini İstanbul da yaptı, İstanbul Sultanisini (İstanbul Erkek Lisesi) bitirdikten sonra İstanbul Dâr-Ül-Fünunu nun fi­zik-kimya bölümüne girdi; bir yandan Üniversiteye devam ederken, bir yandan da hayatını kazanmak İçin, önce İstanbul Numune-i terakki» ida­disinde muidilik» (öğretmen yardımcılığı) (1903-1909), sonra da, bitirmiş, olduğu İstanbul Sultanîsİ' nde dahiliye memurluğu yapıyordu. Uzkınay'ın sinemayla yakından ilgilenmeye başlaması da bu görevinden dolayıdır. Uzkınay, ikinci Meşrutiyetin İlanıyla birlikte yerleşik sinemaların İstan­bul'da çoğalması üzerine kazanılmış sinemasever seyirciler arasında yer alıyordu. Üniversitedeki fizik dersleri Uzkınay'ı sinemanın teknik ve bi­limsel yönüyle tanıştırmıştı; şimdi dâhiliye müdürlüğünü yaptığı okuldaysa, sevdiği bu yeni konuyu öğrencilere de tanıtmak ve sevdirmek İs­tiyordu. Nitekim bu yüzden okulun » zamanki müdürü Ebulmuhsln Ke­mal Bey"e baş vurdu, onun aklını bu işe yatırdı ve aynı okulda öğretmen­lik yapmakta olan Şakir Seden'le birlikte filmleri seçmek ve gösterim­leri düzenlemekle görevlendirildi (1910). Yurdumuzda sinemayı halka İlk tanıtan Sigmund Welnberg'ten göstericinin çalıştırılmasını öğrenen Uz­kmay, filmleri Öğrencilere kendisi oynatıyordu. Böylelikle sinema bir yan­dan ilk kez okula giriyor, bir yandan da sinema tarihimizde önemli yer­leri olan Weinberg, Uzkınay ve Seden arasındaki tanışıklık ve işbirliğinin temelleri atılmış oluyordu.

Bir anıt yıkılıyor bir sinema doğuyor

Nitekim bu İşbirliğinin ikinci meyvesi, 1910-1914 yıllan arasında İstanbul Sultanîsi’nde dahiliye memurluğu, sonra da dahiliye müdürlüğü göre­vinde çalışan Uzkınay'ın, 1914'ta Şakir Seden ve ağabeyi Kemal Sedeni sinema salonu işletmeciliğine geçmeye kandırması oldu. Seden Kardeşler. İstanbul yakasının en tanınmış lokantalarından biri olan Sirkecideki «Ali Efendi Lokantasının sahibi Ali Efendi' nin yeğenleriydi. Ali Efendi, ye­ğenlerinin ısrarına dayanamayarak kendi yapılarından birini onlara bırak­tı ve 6 Temmuz 1914'te Sirkeci'de şimdiki Musul Otelinin altındaki şekerci dükkânının yerinde Ali Efendi Sineması> açıldı. Bu sinemanın iş­leri iyi gidince, Geden Kardeşler bu kez, biraz daha ötede Demirkapı'da «Kemal Bey Sineması» nı açtılar.

Uzkınay da, Seden Kardeşler i yüreklendirdiği işe, yani sinema solonu iş­letmeciliğini atılmak üzereydi, ancak bir olay işlerin gidişini bambaşka bir yöne çevirdi :28 Temmuz 1914'te Avusturya-Macaristan imparatorlu­ğu Sırbistan'a savaş açmıştı. 2 Ağustosta Osmanlı Devleti Almanya'yla gizli bir İttifak antlaşması İmzalamış, ertesi günden başlamak üzere aynı gün seferberlik İlan edilmişti, Uzkınay da 11 Ağustosta yedek subay olarak silah altına alınmıştı. Bu tarihten tam üç ay sonra, 11 Kasım 1914'te Osmanlı imparatorluğu’nun İtilâf devletlerine resmen savaş Hâ­nı, İmparatorluğun alın yazısı kadar Uzkınayın ve sinemamızın alın yazısını da belirledi.

Bu üç ay içinde bütün çabalar, Osmanlı İmparatorluğu'nun ittifak devlet­leri yanında katılması artık kesinleşmiş gibi görünen İlk Dünya Savaşı'na halkı alıştırmaya yönelmişti. Bunun İçin açılan savaşçı propaganda İçinde en önemli yeri, Ayastefanos' taki (Yeşilköy) bir anıtın yıkılması isteği tutuyordu. Bu yapının Osmanlı imparatorluğu için çok acı bir anısı var­dı: Rumi 1293 yılma rastladığı İçin halkın 93 harbi> diye adlandırdığı 1876-77 Osmanlı - Rus savaşının yenilgiyle sonuçlanması üzerine Ruslar, İstanbul üzerine yürürlerken vardıkları en uzak nokta olan Ayestefanos' ta bir «zafer anıtı» dikmek istemişlerdi. Uzun çekişmelerden sonra bunun bir hayır kurumu olarak meydana getirilmesi konusunda uzlaşmaya va­rılmış, böylece yarısı anıt, yansı hayır kurumu olan acayip bir yapı or­taya çıkmıştı. Yapının İlk katı, savaşta Ölen Rus askerlerinin kemiklerinin saklandığı özel odalar, papazlara, muhali ulara ayrılan dairelerden; yukarı bölümüyse sütunlar üzerine kurulu birkaç katlı kuleden meydana gelmek­teydi. Yıkılması İstenen anıt böyle bir yapıydı. Nitekim savaşa resmen katılışımızdan üç gün sonra. 14 Kasımda İstanbul ve yakınlarından gelen kalabalık bir halk kütlesi yapının ahşap bölümlerini yaktı, taştan olan bölümler İse kolay kolay yıkılacağa benzemiyordu. Sonunda İşe istihkâm subayları karıştılar ve anıt dinamitle havaya uçuruldu; fakat anıtın tamamıyla yıkılışı Uç ay zaman aldı.

Anıtın yıkılacağı aylarca önceden bilindiği için hazırlık yapılmış, hatta yıkılışın filme alınması için müttefik Avusturya – Macaristan ın başken­ti Viyana'da yeni kurulan «Sacha-Messter Gesellschaft» adlı yapımeviyle anlaşmaya varılmıştı. Ancak savaşın patlak vermesiyle ulusal duygular Öylesine körüklenmişti ki, bu olayın ne olursa olsun bir Türk eliyle filme aktarılması isteniyordu. Bunun üzerine bir araştırma yapıldı, daha önce sinema İşlerinde çalışmış, şimdi de yedek subay bulunan Fuat Uzkınay'-ın bu iş İçin biçilmiş kaftan olduğuna karar verildi. Ne var ki Uzkınay göstericiyi çok kullanmış olduğu halde alıcıyı hiç kullanmamıştı! Bunun üzerine tSacha-Mester»İn adamları Uzkınay'a birkaç saat İçinde alıcı­nın nasıl kullanılacağım gösterdiler. Uzkınay alıcının anıtın birkaç met­re Ötesine yerleştirdi, böylelikle 14 Kasım 1914 cumartesi günü Ayastefanos' taki Rus abidesinin yıkılışı adlı 150 metrelik belge - filim ortaya çıktı".

Orduda sinema

Uzkınay'ın denemesi bu kadarla kalabilirdi. Ancak ertesi yıl bir başka olay Uzkınay'ın hayatında bir dönüm noktası oldu ve onun kendisini si­nemaya adamasını kolaylaştırdı. Bu olay, *. Harbiye Nazın ve Başkuman­dan Vekili Enver Paşa'nın Almanya'ya yaptığı bir ziyarette görüp etkilendiği ordu sinemacılığının Osmanlı ordusunda da kurulmasını emret­me siydi. Böylelikle 1915'te «Merkez Ordu Sinema Dairesi» (MOSD) mey­dana getirildi; dairenin başına Weinberg atandı, yardımcılığına da o va­kit teğmenliğe yükseltilmiş olan Uzkınay verildi. Yine yedek subaylıkla­rını yapmakta olan Cemil Filmer, Mazhar Yalay gibi birkaç eski İşletme­ci de bu kuruma ayrıldılar. «MOSD», o vakit «Harbiye Nezareti» olan bu­günkü İstanbul Üniversitesi iktisat Fakültesi' nin karşısındaki su depo­sunun altına raslıyan yapıda çalışmalarına başladı. Weinberg ile Uzkınay' ın çevirdikleri ilk filmlerin başında Enver Paşa'nın atlarını, Enver Pa­şanın eşi Emine Naciye Sultanın yeni doğan çocuğunu gösteren parça­lar yer alıyordu. Az sonra Ayasofyadaki «Müze-i Askeri» (Askerî Mü­ze) nin bir bölümü sinema salonu biçimine sokularak gerek «MOSD»nİn çevirdiği, gerekse müttefiklerin gönderdikleri askerlikle ilgili filmler, sa­vaş filmleri haber filimler burada halka gösterilmeye başlandı. Ayrıca yüksek rütbeli bir subaylar kurulu «MOSD»nin kuruluş amacını, çalışma konularını ve programını hazırladı. Buna göre «MOSD» 1) Cephelerde savaşan birliklerin harekatıyla İlgili filmleri, 2) önemli olaylarla İlgili filimler, 3) Askeri fabrikaların çalışmalarıyla İlgili filmleri, 4) Müttefik ülkelerden gönderilen yeni silâhların kullanılışlarını gösteren filimler!, 5) Manevralarla İlgili filmleri çevirecekti.


Belgecilikten öykülü filmlere doğru

«MOSD»nln kuruluşuyla Uzkınay'ın 1922 yılına kadar uzanacak en verimli çalışma dönemi de başlamış oluyordu. Uzkınay'ın bu dönemdeki ilk ve başarılı çalışmaları, haber filmleri alıcı yönetmeni olarak «MOSD» adına savaş İçinde birçok haber filmi, belge-filim meydana getirmesiyle kendini göstermiştir. Bugün bunlardan birçok örneği Foto-Fillm Merkezİ'nİn ar­şivinde bulmak mümkündür. Bu filimler, Uzkınay'ın o vakit sınırlı ola­naklara. İlkel araçlara rağmen zaman zaman başarılı bir haber filmi alı­cı yönetmeni olduğunu ortaya koymaktadır. Görüntülerin seçildiği, ol­dukça başarılı bir çerçeveleme, olayları elverişli bir açıdan görecek nok­talan seçme bu filmlerde sık sık göze çarpar. Ancak içeri çalışmalar ay­nı ölçüde başarılı değildir.

1916 yılı, Uzkınay'ın özel hayatı bakımından Önemli bir olaya tanık ol­makla kalmamış -çünkü Uzkınay bu yıl «Dar-ül-muallimat» (Çapa Kız Muallim Mektebi) nin son sınıf öğrencilerinden Şükriye Rasim Hanım'la evlenmişti—, aynı zamanda mesleği yönünden de önemli gelişmelere tanık olmuştu. Bunlardan biri, Uzkınay'ın bu yıl Weinberg'le birlikte İlk kez öykülü filim çalışmasına, girişmeleridir. Bunların başında Leblebici Hor­hor gelmekteydi. Daha önce tiyatro toplulukları yönetmiş olan Weinberg «MOSD»nin biraz ötesinde temsiller vermekte olan Arsak Benliyan Top­luluğu ile anlaştı ve bunların sahneye koydukları «Leblebici Horhor» oyu­nunu çevirmeye başladı. Ancak çevirimin ilerlediği bir sırada başoyuncu­lardan birinin ölmesi Üzerine filmin çevrilmesi yanda kaldı.

Wîeinberg ile Uzkınay, bunun üzerine Benliyan Topluluğu'nun bir başka temsiline el attılar. Bu, Benllyan'la birlikte Şehzade başı tiyatrolarının sık sık temsil ettikleri «Himmet Ağa'nın İzdivacı:» adlı bir oyundu; Moliere' nin «Le mariage force» («Zor nikâhı)nın tuluat kumpanyalarında kılık de­ğiştirmiş biçimiydi. Ancak bu filmin çevrilişi sırasında başka, bir aksilik ortaya çıktı: Oyunculardan çoğu silah altına çağrıldı. Bundan dolayı ya­rım kalan Himmet Ağa'nın İzdivacı (1916-18) ancak savaştan sonra Uz­kınay tarafından tamamlanabildi. Filimde Benllyan Topluluğu oyuncula­rından başka Ahmet Fehim. Behzat Butak, İ. Galip Arcan, Kemal Emin Bara da oynamaktaydılar. Film bir sahne oyununun olduğu gibi film üzerine aktarılmasından meydana gelmekteydi.

İkinci olay, Osmanlı İmparatorluğu ile Romanya arasında 27 ağustos 1916 tarihinde savaş durumunun başlamasıydı. Bu durumda, Romanya uyruk­lu olan Weînberg, kendiliğinden «düşman uyruğu» durumuna geçiyordu. Dolayısıyla Weinberg'İn «MOSD» başında bulundurulması uygun görül­medi, merkezin başından uzaklaştırılan Weinberg'ln yerine yardımcısı Uz­kınay getirildi. Uzkınay'ın yönetimindeki «MOSD», daha önce çizilmiş olan programına uygun olarak çalıştı, yani öykülü filmleri bir yana bı­rakarak bütün gücünü savaş belgeciğine harcadı.

1917'de «MOSD»nin yeni baştan düzenlenmesi ve genişletilmesi çalışma­ları sırasında Uzkınay sinemacılık alanında uzmanlaşması İçin Almanya'­ya gönderildi, kısa bir süre incelemelerde bulunduktan sonra İstanbul’a döndü. Bir süre sonra da tik Dünya Savaşı sona eriyor ve Osmanlı împaratorluğu’nun bağlı olduğu taraf savaşta yenik düşüyordu.

Îşgal altında sinema

Bu yenilgi MOSD» ile 1917'de kurulan «Müdafaa-i Milliye Cemiyeti» si­nema kolunun çalışmalarının durdurulmasına yol açmakla birlikte, Uzkınay'ın verimli çalışmalar dönemi sürüyordu. Bunu sağlayan olay, aske­ri ve yan-askeri nitelikteki bu iki kuruluşun sinema araçlarına işgal or­dularınca el konulmasını önlemek Üzere bu araçların yeni kurulan «Malülun-i Guzat-i Askeriye Muavenet Heyeti »ne («Malûl Gaziler Cemiyeti», MGC) aktarılmasıydı. Bu durum karşısında «MGC» İster istemez, öbür çalışmaları arasında sinemaya da yer ayırmak zorunda kaldı ve bu çalış­maların yönetimi de Uzkınay'a verildi. Yeni terhis edilmiş olan Uzkınay aynı zamanda bu sinema birliğinin görüntü yönetmenliğini de yapıyor­du. Dernek, önce Divanyolu'nda bir aralık Erkek Terzüik Okulu olan yapının altında bir stüdyo kurdu, sonra da Vezneciler'de şimdiki Edebiyat Fakültesi'nin önündeki boşlukta çalıştı.

«MGC»nin sinema birliği, işgal altındaki bir ülkenin sineması olduğunu unutmuyordu. Nitekim ilk öykülü uzun filmi olan Mürebbiye'ye başladık­tan az sonra Uzkınay çalışmalara bir süre ara verip işgale karşı girişi­len protesto gösterilerini filme aldı. Özellikle İzmir'in İşgali üzerine İstanbul da Fatih ve Sultanahmet'teki gösteriler filim üzerine saptandı. Uzkınay «MGC» çalışmaları sona erine "ye kadar bu çeşit belge-filimlere devam etti. Fakat derneğin asıl çalışmaları öykülü filimler alanında ol­du. Uzkınay'ın «MGC» sinema çalışmalarının yönetimini tam bir yetkiy­le ele aldığından şüphe edilemez. "Wemberg'le çalışmaları sırasında onun Öykülü mimlerle İlgilenişinden etkilendiği de yine şüphe götürmez. Kaldı ki, «MGC nin sinema kolu başına getirildiğinde Weinberg'in yarım bırak­tığı Himmet Ağa'nın izdivacı adlı öykülü filmi yeni tamamlamış bulunu­yordu. Bundan dolayı «MGC* nln öykülü filmleri her ne kadar başka yönetmenler eliyle ortaya konmuşsa da, bunları çevirmek düşüncesinin, ha­zırlanışının, gerçekleştirilmesinin, kısacası bütün yapım sorumluluğunun Uzkınay*a ait olduğu açıkça ortadadır. Uzkınay'ın bu filmlerin meydana getirilişinde Welnberg'in yolunu tuttuğu, yani tiyatro topluluklarının yö­neticilerine baş vurarak «repertuar» larındaki her hangi bir yapıtı alıcı önünde tekrarlamalarını istediği görülmektedir. Bu işe çağrılanların da­ha önca sinemayla, hiç bir İlişkileri olmadığı da bilinmektedir. Nihayet Uzkınay'ın bu filmlerde görüntü yönetmeni alarak da emeği geçmiştir. Bütün bunlardan dolayı, «MGC> adına meydana getirilen iki öykülü uzun, bir öykülü orta uzunlukta filmin ve iki öykülü kısa filmin gerçekleştiril­mesinde Uzkınay'ın payı, bu filmleri yönetmen olarak İmzalamış olan­lardan az değil, belki çoktur. Bundan dolayı bu filmleri burada daha ya­kından İncelemek yerinde olur. Bu incelememizi mimlerin K.K. Foto-Fil İm Merkczl'ndo bulunan kopyalan üzerinde yapacağız. Ancak burada hemen şu noktalan belirtmek yerinde olur: Foto Film Merkezl' nde bu filmler negatif günlük çekimler halindedir, elde bir çevirim senaryosu, yazılı her hangi bir metin bulunmadığı gibi, bu parçaların Üzerinde çekim sayısı bile yoktur. Her hangi bir arayazı, çekimlerin birbirine bağlanışını be­lirten noktalama işlemleri bulunmamaktadır. Kısacası bunlar kurcuları yapılmamış ham maddeler olarak bulunmaktadır ve bunların seyirci önü­ne hangi kılıkta çıkmış olduklarını bugün bize gösterecek gösterim kop­yalan yoktur. Bu bakımdan İncelememizi, 1966 yılı anma programı İçin tarafımızdan hazırlanan yaklaşık kurgu taslağı Üzerinde yapacağız.

«Mürebbiye»

«MGC nin ilk İki öykülü uzun filmi 1919 yılı İçinde çevrilen Mürebbiye İle Binnza dı. Uzkınay bu İki filmin yönetmenliğini Ahmet Fehim Efendi'ye vermişti. Fehim Efendi, tiyatromuzun kuruluş döneminde büyük hizmetleri geçmiş bir tiyatro yönetmeni ve oyuncusuydu; ancak sinemayla en ufak bir İlişkisi yoktu; Mürebbiye İle Binnza ı çevirdiği vakit 62 yaşındaydı ve o yıl, tiyatrodan bile emekliye ayrılmış bulunuyordu. Sinemacılık¬ta hiç bir tecrübesi olmayan Fehmi Efendi'nin Hüseyin Rahmi Gürpınar'¬ın Mürebbiye» romanını seçmesinde, bu yapıtın bütününün ya da bazı bölümlerinin —örneğin Ahçıbaşı Tosun Aga bölümü— birkaç kez oyunlaştırılmış, sahnede sık sık oynanmış olmasının etkisi vardı. Nitekim Fehim Efendi de Mürebbiye»yi sahneye koymuş ve oynamıştı. Bu yapıtın seçilmesinde bir başka etkenin, İşgal altındaki bir sinemanın İstilâcılara karşı «sessiz direnmesi» olduğu da yanılmaksızın söylenebilir. Çünkü romanın konusu, basın, tiyatro ve sinemanın sansürüne doğrudan doğruya katılmaya başlayan işgal kuvvetlerinin hoş görmeyeceği çeşittendi: Romana adını veren kadın kahraman, bir Türk ailesine mürebbiye olarak kapılanan, ailenin bütün erkeklerini birbirine düşüren düşük ahlaklı bir Fransız yosmasıydı. Bundan dolayıdır ki, Gürpınar'ın 1898 yılında yayımlanan, alafrangalığa düşkün bazı ailelerin başlarına gelebilecek gülünç ve tehlikeli durumları anlatan bu romanı 1919 yılının İstanbul’unda, bilinçli ya da bilinçsiz, bir protesto özelliği kazanıyordu. Nitekim filim tamamlandığı vakit işgal kuvvetlerince güçlük çıkarıldı, hatta Anadolu'ya gönderilmesi yasaklandı.

Murebbiye'nin çevrilmesine 1919 yılı başlarında girişildi, filmin büyük bir bölümü Gülhane Parkı'nda çevril ve aynı yılın mayısında tamamlanarak önce «Müze-i Askerî» salonunda basın mensuplarına ve davetlilere özel olarak gösterildi. Filmmde bir Rum Kumpanyası'nın oyuncularıyla Fehim Efendi, Raşit Rıza Samako, Şahap Rıza, İsmail Zahit, Behzat Bu tak oynamaktaydılar. Filimin bir giriş (prolog) İle dört bölümden meydana gelmekteydi ve bir buçuk saat sürüyordu.

Mürebbiye, İlk öykülü film denemelerinden biri olarak, konusunu olduk­ça anlaşılabilir, rahat bir şekilde anlatmaktaydı. Ancak elimizde nokta­laması, kurgulaması yapılmış, bir gösterim kopyası olmadığı için bu ko­nuda kesin bir şey söylemek de güçtür. Arayazılarının nasıl kullanıldığını da bilmiyoruz. Buna karşılık, filmin baştan sona tiyatro kokusu ta­şıdığı kesinlikle söylenebilir. Sahne düzeni, dekorlar, oyun, makyaj tamamıyla tiyatro özelliği taşımaktadır. Giriş bölümündeki birkaç göğüs çe­kimi dışında bütün çekimler hep bir tiyatro sahnesindeki gibi boy çeki­mi, genel çekim olarak yer almaktadır. Kaldı ki, filmin sonunda kulla­nıldığı anlaşılan oyuncuları tanıtma bölümü bu tiyatro kokusunu büsbü­tün artırmaktadır. Çünkü bu bölümde oyuncular sanki temsil sonunda se­yircileri selâmlıyorlarmış gibi tek tek bir perdeyi aralayıp görünmekte ve alıcıya doğru selam vermektedirler. Oyuncuların da, Fehim Efendi dışında, başarılı oldukları söylenemez. Yalnız Fehim Efendi, alıcının * ar­lığını hiç hesaba katmamışcasına bir rahatlıkla oynamaktadır. Mürebbiye tiyatro niteliği kazandıran bir başka nokta da alıcının baştan so­na duruk çalıştırılması bir yana, iğreti tiyatro dekorları içinde çalıştırıl­ması ve bu dekorların son derece fakir oluşudur. Giriş bölümünde dür­bünle uzaktan seyredilen birkaç istanbul görünümü bir yana bırakılırsa İstanbul’dan hiç bir görünüm filimde yer almamaktadır. Dehri Efendi'-nln yalısının bahçesi niyetine kullanılan Gülhane Parkı'nın bir köşesi âlo yalının İçi niyetine kullanılan sofa ile kitaplık, filmin tek dekor ve çev­residir. Uzkınay görüntü yönetmeni olarak dışarıdaki çekimlerde başarı­lıysa da İçeri çekimlerde aynı başarıyı sağlayamamaktadır. Filmin en bü­yük ve zamanında bile gözden kaçmayan bir kusuru, bütün gece görü­nümlerinin gündüzmüşçesine aydınlıkta yer almasıdır. Bütün bunlara rağmen Mürebbiye, yukarıda belirtilen «sessiz direnme» niteliğinden; çok sevilen ve tutulan bir romanın, sık sık oynanmış bir sahne oyununun ak­tarılmışı olduğundan; zamanın bazı tanınmış oyuncularına yer verdiğin­den; kolay anlaşılır bir konuya dayandığından ve bu konuyu sade bir şe­kilde anlattığından dolayı o vaktin koşullan İçinde başarılı bir filim sa­yılabilir.

«Binnaz»

Buna karşılık Mürebbiye'den sonra çevrildiği halde Binnaz aynı başarıya erişememektedir. Binnaz da Mürebbiye gibi bir sahne oyununa dayanıyor­du. Yusuf Ziya Ortaç'ın İlk kez 37 Nisan 1919'da Darülbedayi'de sahneye konan bu manzum oyunu yılın «sanat olayı» sayılmaktaydı. Victor Hugo'nun «Marlon Delorme» adlı oyununun çok serbest bir şekilde bizim La­le devrimize aktarılmasından meydana gelen «Binnaz», Lâle devrinin ün salmış fettan kadını Binnaz ile ona tek başına sahip olmak istiyen Efe Ahmet ve Hamza Bey arasındaki çekişmeyi anlatıyordu.

Binnaz'ın çevrilmesine Murebblye'nin tamamlanmasıyla başlandı. îç sah­neleri Ferah Tiyatrosunun sahibi Molla Bey'ln konağında, bazı sahneleri de Topkapı Sarayı'nda çevrildi. Oyunu senaryo haline Fehim Efendinin oğlu ressam Münif Fehim getirmiş, dekorlarını da o çizmişti. 45 dakika suren Binnaz, 5.000 liraya çıkmış, seyircilerin büyük rağbetini görerek yalnız İstanbul'da on katı kazanç sağlamış, İngiltere’ye, bir söylentiye göre Amerika'ya da gönderilmişti.

Bu listedekilerin dışında, nereye gireceği kesinlikle bilinmeyen bazı çe­kimler de vardır. Örneğin sadrazamın çadırındaki eğlence bölümü, Hamza Bey'In birkaç yerde iç çekerkenki «romantik» duruşları, Kâğıthane görünümleri gibi.»

Binnaz, daha önceki Mürebbiye yanında çok İlkel kalmakladır. Bu İlkel­lik, dayandığı sahne oyununun zayıf yönünün perdeye büsbütün abartı­larak aktarılmasıyla başlamaktaydı. Değişik insanların tutku ve duygu­larının çarpışmasına, dolayısıyla ruhbilimsel çözümlemelere, gelişmelere dayanması gereken konu, cansız ve ruhsuz kuklaların anlamsız hareket­lerinden meydana gelmişe benziyordu. Oyuncuların, Mürebbiye'dekine gö­re bir çok başarısız çalışmaları bunu büsbütün açığa vurmaktaydı. Ni­tekim bu durum, filim ilk gösterildiği vakit bile göze çarpmıştı ve o va­kit yayımlanan bir eleştirmede Efe Ahmet'i canlandıran oyuncu İçin Aşıklardan Efe rolündeki aktör hepimizin tahayyül ve tahmin ettiği­miz asil ve mert yeniçeri efesi değildi. Evza ve tavrıyla hakir bir Samatya efesi idi> denilmekte, Binnza İçin de Binnaz rolündeki matmazel-madam sinemada çirkin ve pek acemi olmamakla beraber evza ve etvar nokta i nazarından güzel deşildi görüşü Öne sürülmekteydi. Binnaz bu aksaklıklarına, ek olarak Mürebbiye' dekl kusurları ve tiyatro kokusunu birkaç katıyla taşımaktaydı.

Bican Efendi'nin serüvenleri

Binnaz'ın iş yönünden kazandığı başarıya rağmen uğradığı sert eleştir­meler, «MGC»nin ve dolayısıyla Uzkınay'ın öykülü filim çalışmalarını bir süre aksattı. Hatta bir ara, derneğin doğrudan doğruya filim çalışmala­rına girmeyip elindeki araçları kiraya vermesi önerildi ve kabul ettiril­di. Bununla birlikte, Mürebbiye ve Binnaz denemesinden İki yıl sonra ye­niden, fakat bu kez çekingen ve İhtiyatlı yeni bir denemeye daha giri­şildi. Bu kez, Uzkınay yönetmen olarak yine bir tiyatrocu olan Şadi Fik­ret Karagözoğlu'nu seçmişti. Karagözoğlu iyi bir güldürü oyuncusuydu ve perdede de orta uzunlukta, bir güldürü yaratacaktı. İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci' nin Fransız yazan Daniel Riche'in Le pretexte» adlı oyu­nundan yaşayışımıza ustalıkla aktardığı «Hisse-i şayla» oyunundaki Bican Efendi tipini sahnede canlandırmasıyla Un kazanan Karagözoğlu per­dede de aynı tipi ele almayı tasarladı. Bu tipin çevresinde tasarladığı kı­sa bir konuyu senaryo biçimine soktu. 1921'de çevrilen Bican Efendi Ve­kilharç 22 dakikalık bir filimdi

Bican Efendi Vekilharç, Uzkınay'ın yapımcılığında meydana getirilen İki uzun, bir orta uzunlukta ve İki kısa filimden sinema yönünden en başarılı olanıydı. Bunda Karagözoglu'uun sahnedeki Bican Efendi oyununa bağlı kalmaksızın özgün (orijinal) bir senaryo tasarlaması kadar, konunun bir güldürü olmasının da payı vardı. Karagözoğlu ekendi kazdığı kuyuya düş­mek» teması üzerine tasarladığı bu basit senaryoda amacını en kestirme tarafından anlatmak yolunu seçmişti. Gerçi filmde, kesik kesik ayrı olay­lar anlatmak durumu yok değildi, ama bu, o dönemdeki hemen bütün gül­dürülerde zaten rastlanan bir şeydi. Zaten Karagözoğlu da gerek Bican Efendi Vekilharcı, gerekse yine Bican Efendi'nln serüvenlerine dayana­rak yine aynı yıl çevirdiği Bican Efendi mektep hocası İle Bican Efendi'nln rüyası adlı kısa (İlimleri meydana getirirken, başta «Şarlo> olmak üzere o vaktin güldürü sanatçılarının mimlerinden esinlenmişti. Karagözoglu'-nun, Fehim Efendi'nin aksine, gerektiği vakit boy ve genel çekimlerden ayrılıp daha yakın çekimlere geçmekten sakınmadığı da sık sık göze çarp­makta, bu da onun filmlerine daha «sinematik» bir nitelik kazandırmak­taydı. Her halde Uzkınay'ın «MGOnin son öykülü yapıtları için bir gül­dürü sanatçısına baş vurması çok yerinde olmuştu.

Başlangıca Dönüş

Uzkınay, bu güldürül erden sonra yeniden dramlara el atmak istedi. Bu kez yönetmen olarak eski bir tiyatro yazan olan ve Binnaz'a bazı ek sah­neler çekmiş olan Fazlı Necip'i görevlendirdi. Fakat Fazlı. Necip'in çevir­meyi tasarladığı Lale devri, İstanbul esrarı, Binbirdirek vakası yahut Tayyarzade'den hiç biri gerçekleştirilemedi.

Bunun Üzerine dernek bir ara yaptığı gibi, elindeki sinema araçlarım yi­ne kiralamak yolunu tuttu. Seden Kardeşler' in 1919'da kurdukları filim getirici şirketle, «Kemal Filim»le, anlaşma yaptı. Derneğin elindeki filim­ler işletilmek üzere bu şirkete verildiği gibi sinema araçları da yine aynı şirkete kiralandı. Fakat artık Kurtuluş Savaşı'nın kesin sonucu alınmak üzereydi. Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordularında da bir «Ordu Filim Çekme Merkezi» kurulduğundan Osmanlı ordusundan «MGC»he aktarıl­mış olan sinema araçları geri alınıp bu kuruluşa verildi. «Ordu Filim Çek­me Merkezi» de bu araçlarla, kaçan düşman ordusunun yolu üzerinde İş­lediği vahşeti tespit eden İzmir zaferi (İstiklâl) adlı belge-filmi çevirdi. «MGC»nin sinema çalışmalarının sona ermesiyle boş kalan Uzkınay, bu arada Muhsin Ertuğrul'un «Kemal Filim» adına çevirdiği Boğaziçi esrarı (Nur Baba) filminin görüntü yönetmenliğinde bulundu. Aynı yıllarda Üs­küdar'daki «Doğancılar», sonra «Jale», «Hale», «İnşirah» sinemalarının İşletmeciliğini Üzerine aldı. Fakat gönlü hala filim çevirmekteydi. Nitekim 1922 Eylülüne doğru Anadolu'ya geçerek «Kemal Film» adına Kurtuluş Savaşı'nın son olaylarını Zafer yollan adındaki orta uzunlukta bir belge-film olarak saptadı.

Son yıllar

Uzkınay'ın sinemacılık çalışmalarının ikinci ve en uzun, fakat birincisi kadar verimli olmayan dönemi Cumhuriyet’le birlikte başlar. 1924 yılında ordunun eski sinemacılık kolu yeni baştan düzenlenerek Erkan-ı Harbiye-yi Umumiye Reisliği» (Genel Kurmay Başkanlığı) na bağlı «Erkûn-ı Harbiye Mektebi» (Harp Akademisine bağlandı. Uzkınay Filim Çekme Merkezi'nln Laboratuar Grup Amirliği’ne atandı ve 1924'ten emekliye ayrıldığı 1953 yılına kadar sürekli olarak bu görevde bulundu. Bu dönem­de Uzkınay'ın doğrudan doğruya filim çevirme alanında yaptığı en önem­li çalışma, 1922 yılında Kurtuluş Savaşı'nın son günlerinde T.B.M.M. or­duları sinemacılık kolu tarafından başlanılmış olduğunu yukarıda gördü­ğümüz İzmir zaferi adlı belge-filmi, 1930'dan başlayarak her yılın en önemli olaylarını katıp genişletmek oldu».

İki kızı İle bir oğlu olan Fuat Uzkınay 29 Mart 1956 tarihinde Göztepe'de (İstanbul) öldü ve Karacaahmet mezarlığına gömüldü. Bugün Ankara'da bulunan K.K. Foto-Film Merkezi'nin bir stüdyosuna, bu kuruluşa geçmiş hizmetlerinin anısı olarak, Uzkınay'ın adı verilmiştir.

Bir öncü

Görüldüğü gibi Uzkınay Önce bir meraklı, bir sinemasever olarak bu yeni araca büyük ilgi duymuş, bu ilgi onu yurdumuzda sinemayı ilk kez okula sokmaya yöneltmiştir. Daha sonra Uzkınay. Seden Kardeşler': işletmeci­liğe yöneltmiş ve bir bakıma, yurdumuzun ilk özel yapımevi olan «Kemal Filimin kuruluşunda payı olmuştur. Bundan daha Önemli olarak, birtakım raslantılar Uzkınay'ın İlk filmimizi çevirmesine yol açmıştır. Böylece fi­limciliğimiz ve belge-filimciliğimizin başında Uzkınay yer almaktadır. Ordu Sinema kolunun kurulup çalışmasında ve gelişmesinde de Uzkınay'ın payı çok büyüktür. Himmet Ağa'nın izdivacı 1916'da çevrilmeye başlan­mış, fakat filim 1918de tamamlanmış, bu arada öykülü filim olarak Sedat Simavi'nin çevirdiği Pençe İle Casus (1917) piyasaya çıkmış olmakla bir­likte, öykülü filmleri başlatmak şerefi de yine Uzkınay İle Welnberg'e ait­tir. Uzkınay mütareke ve işgal yıllarının çok ağır koşullan içinde, çok sı­nırlı olanaklarla gerek öykülü gerekse belgeci sinema olanında ilk dene­melerini gerçekleştirmesinde yapımcı ve görüntü yönetmeni olarak görev almış, bütün eksiklik, ilkelliklerine rağmen yurdumuzda sinemanın İlk ürünlerinin ortaya konmasını sağlamış, ulusal bir sinema yapımının doğu­şu ve devamı umudunu ayakta durmasına yardımcı olmuştur. Bütün bun­lardan dolayı Sigmund Weinberg nasıl yurdumuzda sinemanın bir göste­rim kolu olarak başlamasına önnayak olmuşsa, Uzkınay da sinemanın bir yapım kolu olarak başlamasında bir öncü olarak yer almaktadır.

Kaynak : Nijat ÖZÖN


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder